|
 |
|
SİVASLI |
|
|
|
|
|
 |
|
İSLAM |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ESMA-ÜL HÜSNA
1-ALLAH Her şeyin gerçek mabudu
2-RAHMAN Dünyada bütün mahlukatı rızıklandıran
3-RAHİM Ahirette yalnız dostlarına rahmet edecek
4-MELİK Bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı
5-KUDDÜS C.C. Bütün mahlukatı maddi ve manevi kirlerden arındıran
6-SELAM Her türlü tehlikeden kullarını selamette kılan
7-MÜMİN Kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına güven veren
8-MÜHEYMİN Bütün varlıkları ilim ve kontrolu altında tutan
9-AZİZ Sonsuz izzet sahibi olan
10-CEBBAR C.C. İstediğini zorla yaptıran
11-MÜTEKEBBİR Sonsuz büyüklük ve azamet sahibi
12-HALİK Her şeyi yoktan yaratan
13-BARİ Eşyayı ve herşeyin aza, cihazatını birbirine uygun yaratan
14-MUSAVVİR Her varlığa münasip şekil giydiren
15-GAFFAR C.C. Çok affeden
16-KAHHAR Her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden
17-VEHHAP Bol bol hediyeler veren
18-REZZAK Bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran
19-FETTAH Her şeyi hikmetle açan
20-ALİM C.C. Her şeyi hakkıyla bilen
21-KABİD İstediğinin maddi ve manevi rızkını daraltan
22-BASİT İstediğinin maddi ve manevi rızkını genişleten
23-RAFİD İstediği kulunu şeref sahibi iken rezil rüsvay eden
24-RAFİ Dilediklerinin mertebesini yükselten
25-MUİZZ C.C. İstediğine izzet veren ve şereflendiren
26-MÜZİLL İstediğini zelil kılan
27-SEMİ Gizli açık her sesi işiten
28-BASİR Her şeyi bütün incelikleriyle gören
29-HAKEM Hükmeden hakkı yerine getiren
30-ADL C.C. Tam adaletli, Allah adildir zalimleri sevmez
31-LATİF Lutfu keremi bol olan
32-HABİR Her şeyden haberdar olan
33-HALİM Yaratıklarına son derece yumuşak muamele eden
34-AZİM Kendisine büyük ümitler beslenen
35-GAFUR C.C. Kullarının günahlarını bağışlayan
36-ŞEKUR Rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan
37-ALİYY Her şeyiyle yüce olan
38-KEBİR Varlığının kemaline hudut yoktur
39-HAFIZ Her şeyi muhafaza eden
40-MUKİT C.C. Her türlü mahlukata münasip rızık veren
41-HASİB Kullarının bütün fiillerinin hesabını gören
42-CELİL Yücelik ve ululuk sahibi
43-KERİM İyilik ve ikramı bol olan
44-RAKİB Bütün varlıklar üzerinde gözcü
45-MUCİB C.C. Kullarının dualarına cevap veren
46-VASİ İlim ve insanı her şeyi içine alan
47-HAKİM Her şeyi yerli yerinde yapan
48-VEDÜD İtaatkar kullarını çok seven
49-MECİD Azamet şeref ve hakimiyeti sonsuz
50-BAİS C.C. Peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten
51-ŞEHİD Kullarının her yaptığını gören
52-HAKK Varlığı hiç değişmeden duran, daima sabit
53-VEKİL Kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan
54-KAVİY Güç ve kuvveti sonsuz olan
55-METİN C.C. Hiçbirşey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen
56-VELİY Müminlerin dostu olan
57-HAMİD En çok övülen ve en çok övgüye layık olan
58-MUHSİ Her şeyin sayısını bir bir bilen
59-MÜBDİ Mahlukatı örneksiz ve yoktan yaratan
60-MÜİD C.C. Mahlukatı öldükten sonra yeniden dirilten
61-MUHYİ Canlılara hayat veren
62-MÜMİT Canlı bir mahlukun ölümünü yaratan
63-HAYY Gerçek hayat sahibi olan
64-KAYYUM Gökleri yeri ve bütün mahlukatı ayakta tutan
65-VACİD C.C. İstediğini bulan
66-MACİD Sonsuz şan ve yücelik sahibi
67-VAHİD İsimlerinde sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olmayan
68-SAMED Her şey kendisine muhtaç, O kimseye muhtaç değil
69-KADİR Sonsuz kudret sahibi olan
70-MUKTEDİR C.C. Her şeye gücü yeten
71-MUKADDİM Dilediğini öne geçiren
72-MUAHHİR İstediğini arkaya bırakan
73-EVVEL Herşeyden önce olan
74-AHİR Herşeyden sonra olan
75-ZAHİR C.C. Varlığı apaçık görünen
76-BATIN Herşeyin iç yüzünden haberdar olan
77-VALİ Mahlukatın işlerini yoluna koyan
78-MÜTEALİ Ali, büyük
79-BERR Herkesten fazla iyilik yapan
80-TEVVAB C.C. Bütün tevbeleri kabul eden
81-MÜNTEKİN Suçluları müstehak oldukları cezaya çarptıran
82-AFÜVY Kullarını çok çok affeden
83-RAUF Kullarına çok şefkat edip esirgeyen
84-MALİKÜLMÜLK Hakiki mülk sahibi O dur. Dilediğine verir, dilediğinden alır
85-ZÜLCELALVELİKRAM Büyüklük, fazl ve kerem sahibi
86-MUKSİT Bütün işleri denk, birbirine uygun
87-CAMİ İstediğini istediği şekilde toplayan
88-GANİY Gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan
89-MUĞNİ Mahlukatının ihtiyacını giderip zengin kılan
90-MANİ C.C. İstediği şeyin meydana gelmesine engel olan
91-DARR Hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri yaratan
92-NAFİ Faydalı şeyleri yaratan
93-NUR Alemleri, istediği simaları ve gönülleri
94-HADİ Kullarına hidayet veren
95-BEDİ C.C. Eser ve insanıyla varlığı apaçık görünen
96-BAKİ Varlığının sonu olmayan
97-VARİS Bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi
98-REŞİD Bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran
99-SABUR C.C. Asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden
C.C.(Celle Celalühü)
(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M . Cuma)
PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN VEDA HUTBESİ
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitab etti:
"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür.”
"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.
Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin Rabia'nın kan davasıdır.
Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.
Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.
Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.
Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.
Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:
- Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.
- Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.
- Zina etmeyeceksiniz.
- Hırsızlık yapmayacaksınız.
İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "
Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:
"Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!"
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:
"Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! "
İSLAM'IN TEMEL KAYNAKLARI
VE
YARARLANMA YÖNTEMLERİ
İÇTİHAT
Bir şeye ve bir işe ulaşmak için son derece çaba harcamaktır. Bu çaba ister seri hükümleri çıkarmak, isterse onları tatbik etmek için olsun.
İçtihad, Kur'an ve sünnete kıyas kullanmak suretiyle meydana gelir. Yani ictihadla, bilinen hükümler yardımıyla açık olmayan konulara açıklık kazandırmış oluruz.
İçtihad için de bilinen en meşhur hadis; "Müslümanların verdiği karar en güzeldir"
İslam hukukunda, "İçtihad, içtihadı nakzetmez" prensibi geçerlidir. İslam tarihinde bir tevhidi İçtihad makamına rastlanmaz. Batıda ise bir tevhidi İçtihad makamı vardır, İslam aleminde bir mesele üzerinde birbiriyle çelişen içtihatlar ortaya çıktığında, bu ictihatları birleştirip kesin sonuca varacak bir otorite yoktur. Batıda tevhidi İçtihad makamı Papalık'tır.
KIYÂS
Kıyas kaynak değil, bir tekniktir. Gizli olan bir hükmün Kur'an-ve sünnette sabit olan benzer açık bir hükme dayandırılarak, açık hale getirilmesidir. İslam'da kıyas, insan aklının fıtri olarak kabul ettiği bir şeydir. Çünkü kıyas benzer ve sebepleri aynı olan şeyleri birbirine bağlamak esasına dayanır.
İCMA
Kıyas sonucu ulaşılan hükümler seri ve ameli olmalıdır. Dayanak alınan hükümler, kendine has özel durumlara sahiplerse bunlardan genel sonuçlar çıkarılmalıdır.
YARARLANMA YÖNTEMLERİ
KUR'AN
23 yılda inmiştir. Mekke'de nazil olan ayet ve sureler, hemen hemen İslam'ın imanla ilgili hususları üzerinde yoğunlaşmıştır. Medine'de nazil olanlar ise; birçok fikri esaslar, aile ve devlet nizamı, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemeye yönelik hükümler getirmiştir. Böylece Kur'an hükümlerini uygulayabilecek İslam Devleti teşekkül etmişti. Kur'an Hz. Peygamber döneminde bütün olarak yazıya geçirilmeyip, Hz. Osman zamanında geçirilmiştir. İndirildiği anda geçirilmediği için Kur'an'ın bazı değişiklikler geçirmiş olabileceğini ileri sürenler vardır. Eğer Kur'an'da değişiklikler, eksiklikler veya fazlalıklar olsaydı birden fazla Kur'an olması gerekirdi. Birçok kesin deliller Arap dünyasında dönemin ezberinin çok güçlü olduğunu ispatlamaktadır. Kur'an'ın bölümleri sahabeler tarafından ezberlenmişti. Kur'an'ın tamam olup kıyamete kadar da korunacağına dair Hica Suresi 9. Ayette: "Doğrusu kitabı biz indirdik. Onun koruyucusu elbette biziz" denilmektedir.
Kur'an'dan yararlanırken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, Kur'an'ın bütünlüğü meselesidir. Kur'an hem söz, hem de anlam itibarıyla Kur'an'dır.
Kur'an'da bazen, içkinin aşama aşama yasaklanmasında olduğu gibi sonra nazil olan bir ayetin önceki bir ayetle çelişiyor gibi gözüktüğü durumlar olabilir. Bu duruma nesin denir. Kur'an'ı Kerim'de nesin anlam bilgisizlik ve yanılma dolayısıyla önce başka bir hüküm verilip, sonra da bunun düzeltilmesi anlamında değildir. Belirli şartlara bağlı olarak bir hüküm konulmuş daha sonra başka bazı şartların oluşması nedeniyle bu hüküm bir başkasıyla teyit edilmiştir. Aslında bu hükümler arasında çelişki değil, tam bir uyum vardır. Sadece zaman içerisinde bar tamamlayıcılık söz konusudur.
Yukardaki durum Kur'an bütünlüğünün sadece bir yönünü teşkil etmektedir. Kur'an dan gerek tefsir gerekse başka başka türlü yorumlanmalarda: sure veya ayetleri sıralarına göre alt alta koyarak çalışmaları esas almak yanlış olmasa da eksiktir. Kur'an'ın özellikle Tevrat ve İncil'den bir farkı da konu başlıklarına göre ayetlerin sıralanmamasıdır. Bu durum, Kur'an'ın sistem anlayışını ortaya koymaktadır. Herhangi bir konu hakkındaki ayetin, başka konulan işleyen ayetlerle aynı yerde bulunması üzerinde durulan konunun diğer boyutları için bize ipuçları verebilmektedir. Sadece namaz için gelen ayetlerin tamamını bir arada düşünürsek, namazın çok önemle bağlı olduğu diğer unsurları nasıl algılayabiliriz.
Kur'an'dan yararlanmada bir diğer nokta da ayetlerin hangi ortam ve olaylar üzerine indiğini bilme meselesidir. Kur'anı iç ve dış anlamının kavranmasında Kur'an'ı Kur'an ile tefsir ilkesi esastır. Normal bir insan Kur'an üzerinde düşünebilir. Ancak kötü niyetle ve gelişigüzel meallerle Kur'an'ın dış anlamına vakıf olmak mümkün değildir. Meali asıl metin ile karşılaştırmak ve denetlemek yoluyla okumak gerekir.
Kur'an üzerinde düşünürken, iç anlamlarına yönelik hadis ilminin onayladığı sahih hadisler ve Hz. Peygamber'in öğrettiği "hikmetten faydalanmak gerekir. Sahih hadislerin Kur'an'a aykırılığı söz konusu olmayıp, O'na paraleldir. İç anlamda dış anlamdan farklı bir şey olmayıp, onun uyumlu ve genişleyen bir daire misali uzantısıdır.
SÜNNET
Dar anlamda sünnet; Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirleridir. Hadisler iki kısımdan oluşur: Birinci kısım; hadisin içeriğini sırası ile birbirine nakletmiş olan kimselerin adlarını içerir ve bu kısma İsnad denir ki, haberin sahih ve sağlam olduğunu bildiren esas demektir. İkinci kısım; metin yani nakledilen haberin asıl kısmıdır.
Hadislerin sınıflandırılması;
birçok açıdan mümkündür. Doğruluklarına göre:
1. Sahih Hadis: Sahih (sağlam, tam, mükemmel) hadis olabilmesi için isnadın illet (bozukluk) ile malul (sakat) olmaması gerekir. Hadisleri nakledenler bilinmeli, ilk başta ashab olmalıdır.
2. Zaif Hadis: Zaafla malul hadislerde içeriğin uymaması ile nakledenlerin ricalden olmaması durumları sözkonusu olabilir.
3. Mudrac Hadis: Hz. Peygamber'e isnat edilen hadis arasına laf sıkıştırabilir. Böyle bir hadis sıhhatini kaybeder. Eklenen kısmın ayrılması gerekir.
4. Metruk Hadis: Bir hadisin nakledilmesi sırasında silsile birden kopar, hepsi tanındığı halde biri tanınmayabilir, recalden değildir.
Eğer hadisleri nakledenlerde kesintisiz devamlılık varsa Muttasıl Hadis, nakledenlerin sırasında bir kesinti varsa Munkati Hadis denir.
Sahabe döneminden bize herhangi bir hadis külliyatı kalmamıştır. En meşhur hadisçiler Buhari, Müslim, Ebu Davud, El Tırmizi, El Nesai, İbni Mace'dir. En eski hadis kitabı ise, Ahmet Bin Hanbel'in Musnad'ıdır.
Hadislerin sıhhatini imtihan etme teknikleri:
1. Nakledilenlerin kesintisiz olarak zikredilmesi gerekir
2 Bir hadis, aynı konudaki başka bir hadisle açık çatışmaya düşmemelidir.
3 Tarihi bilinen olaylarla çatışmamalıdırlar.
4 Filolojik anlamda sahip olmalıdır.
Hadis tahsilcisi tarih ve lisan bilmelidir.
Buhari zaman, yer ve şahıslar açısından güçlü bir hukuk mantığına sahip olduğu için, karşılaştırmalar ve muhakemeler yaparak sahih olmayan hadisleri, birbirleriyle çelişen hadisleri ve şahitlerin uyuşmadığı hadisleri ayıklamıştır.
Hadislere yaklaşım açısından İslam mezheplerinde ayrılıklar söz konusudur. Sünni yaklaşıma yukarıda değinilmişti. ;
Şia:Bunlarda hadis sünnilerden daha geniş algılanmaktadır.
Hz. Peygamberin aile çevresi ve 12 imam dedikleri şahısların sözlerini kabul ederler.
Zeydiye (Yemen Şiası):İmamiye de denir. Hadisi biraz daha dar tutarlar, Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fatma'ya dayanırlar. Hasan Hüseyin ve 12 İmam dedikleri şahısların sözlerini hadis olarak kabul etmezler.
Hariciler Hadisi dar tutarlar, dört halifeyi tanırlar. Kıyası kabul etmezler. Kıyas ile İslam'ın dejenere olduğunu ve bid'atların ortaya çıktığını söylerler.
Hadis ve hadis usul ilmi sayesinde, hadis ve rivayetler incelenerek Kur'an'a uygun düşmeyenleri terk edebilir. Hadisler Kur'an'a aykırı olamaz. Toplum hükümleri açıklayıcı ve somutlaştırıcı bir nitelik taşırlar. Şu ayet misal olarak verilebilir:" kendiliğinden konuşmaktadır. O'nun konuşması ancak, indirilen bir vahiy iledir"(Hecm Suresi 3,4). Bu konuda daha birçok ayet vardır.
Sünnetin açıkladığı her hüküm için Kur'an da uzak veya yakın bir ayet mevcuttur.
O halde hadislerin sıhhati bizim için önem taşımaktadır. Ancak sağlam hadisleri kaynak olarak kabul edebiliriz. Rivayet külliyatları, sadece rivayet kaynaşım ulaştıran zincir açısından ve "bu ravi yalan söylemez" ölçütü ile değil, Kur'an'a aykırı düşen ve bayağı seviyesiz kalan bir sözü filan ravi yalan söylemez ile Hz. Peygamber'e isnad etmek raviye saygı gösterirken Hz. Peygamber'e saygısızlık demektir.
Hadis uydurma faaliyeti, daha Hz. Peygamber'in sağlığında başlamış, Hz. Peygamber bunun üzerine bir hutbe irad ederek: "Kim bilerek bana yalan isnad eder, söylemediğim sözü bana atfederse , yeri cehennemdir" buyurmuştur. Hadislerde kargaşaya sebep olanların bir bölümünü mümin görünen münafıklar oluşturur.Münafıklar çekinmeksizin Hz. Peygamber'e yalan isnad ederler. Bazen hadislerin eksik aktarılma durumu da olabilir. Bazen de bir hadisi duyan kimsenin sonraları bunu değiştiren, kayıtlayan başka bir hadisten haberi olmama durumları da karışıklığa neden olabilir.Hadislerin hangi şartlarla ve ortamlarda söylendiğine dikkat etmek gerekir.
Sünnet sadece akademik ihtiyaçlar için bir "delil"olarak algılanmalıdır. Bugüne kadar yapılan sünnet tanımlarında sünnetin ferdi olarak kabul edildiğini ve tek tek fertlerin takip edecekleri bir yol olarak anlaşıldığını görmekteyiz. Sünnet, fert planında Hz. Peygamber gibi İslam'ı yaşamak olduğu kadar, aynı zamanda ve hatta önemlisi Hz. Peygamberin oluşturduğu Medine toplumu gibi bir toplumu çağımızda oluşturmaya çalışmaktadır; Diğer bir ifadeyle sünnetin amacı, sadece iyi birer Müslüman yetiştirmek değildir. Bilakis Hz. Peygamberin bütün çabalan, Kur'an'a dayalı bir toplumu oluşturma gayesine yöneliktir.
Mesele Müslümanların, ferdi düzeyde iyi birer Müslüman olmalarıyla bitmiyor. Müslümanların oluşturduğu bir toplum siyasi, iktisadi ve kültürel alanlarda da Hz. Peygamberin ilkelerini göz önüne almadıkça ve bu ilkelere dayanarak O'nun gerçekleştirdiği hedefleri gerçekleştirmedikçe o toplumun ve toplumu oluşturan fertlerin sünnete tabi olduklarından bahsetmek mümkün değildir. Zira sünnet parçalanmaz bir bütün halinde bir hayat tarzı bir dünya görüşüdür ve insanın sosyal ve ferdi her alanını kapsar.
Sünnetin kabul gören on iki kategoriye ayrılması şöyledir:
1. Yasama
2. Fetva
3. Yargı,
4. Devlet Başkanlığı,
5. İyiye, güzele teşvik,
6. Arabuluculuk,
7. Fikir danışmanlara yol gösterme,
8. Nasihat,
9. İnsanlara en mükemmel olana yönlendirme,
10. Yüce hakikatleri telkin,
11. Tehdit ye azarlama,
12. Yaratılış icabı ve maddi ihtiyaçlar gereği olarak yaptıkları.
İlk üç kategorinin bağlayıcılığı kesin olmakla beraber, diğer kategoriler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Hz. Peygamber'in sünnetinin büyük bölümü teşri (yasak koyma) amaçlı olup, bağlayıcı özelliktedir. Fetva ile yargı da teşrii hükümlerin uygulanmasından ibarettir.
Sünneti Kur'an'dan bağımsız olarak düşünemeyiz. Çünkü Hz. Peygamber'in inanç, düşünce davranış ve hedeflerine yön veren bunları belirleyen Kur'an'dır. Hz. Peygamber'in sünnetini, "hayata aktarılmış Kur'an" şeklinde nitelendirmek hiç de yanlış olmayacaktır. Nitekim Hz. Ayşe, Hz. Peygamber'in ahlakı hakkında soru soranlara; "Siz Kur'an okumuyor musunuz? O'nun ahlakı Kur'an idi" şeklindeki cevabı bu durumu açıklamaya yeter.
O halde geniş bir sünnet tanımı yaparak konumuzu bağlayalım:
"Hz. Peygamber'in kendi döneminde İslam toplumunu akide, ibadet, siyaset, ekonomi, eğitim, hukuk, ahlak vb. ferdi ve sosyal hayatın her alanında yönlendirip yönetmede, Kur'an başta olmak üzere esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu bir zihniyet ve dünya görüşüdür."
. Peygamber'in vefatından sonrasayesinde şahsi bir kanki müctehidlerin (zeka ve dirayetleri aate varma kabiliyeti gösterenlerin) dini ilgilendiren her meselede ittifaklarını ifade eder.
Bu ittifak dini bir meclis kararıyla değil, kendiliğinden adeta otomatik bir şekilde oluşmaktadır. Herhangi bir meselede icmanın mevcudiyeti ancak geçmişe bakılarak gerçekten böyle bir ittifakın bulunup, bulunmadığının tesbiti ile anlaşılır. Ancak bu takdirde ittifak teslim edilir ve icma adını alır. O zamana kadar tartışma konusu olan birçok mesele bu şekilde yavaş yavaş ve nihai olarak tekerrür eder. Sonuçta oluşan her kural şeriat hükümlerine dahil olur. Belirtilmesi gereken husus; halkın ittifakının icmaya dahil olmadığıdır.
İcma için Kur'an'da açık bir ayet bulunmamakla beraber, icmaya dayanak teşkil eden bazı hadisler vardır; "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir" ve "Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez" hadisleri bunlara örnektir. İcma ile zanda olan açık bir hüküm dayanağı, kesinlik mertebesine yükselir.
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'NİN FİKİR SİSTEMİNE GENEL BAKIŞ
Türk adı, hakkında çok çeşitli görüşler ileri sürülmüş, bu görüşler doğal olarak farklı açıklamaları içermiştir. Neticede Türk kelimesinin, şekil almış, gelişmiş, kuvvetli anlamına geldiği kabul edilmiştir. Bu ad, ilk defa olarak Çin'de Chou Sülalesi zamanında çıkarılan yıllıkta (557-579) yer almıştır.
Türkiye ismi ise ilk defa Bizans kaynaklarında yer almıştır. X veVI. yy,'da Orta Asya'yı adlandırmak için kullanılmıştır.
ANADOLU ise, 12. asırdan itibaren Türkiye (TÜRCİA) olarak adlandırılmaya başlanmıştır.
TÜRK SOYU
TEVRAT'ta TÜRK SOYU, Ham ve Şam'dan değil, Nuh Peygamberin oğlu Yasef’ten türemiş olarak gösterilmektedir.
Etnografik açıdan, Türk soyunun kavram olarak incelenmesi gerekirse özet larak şunlar söylenebilir. Dört beyaz ırk grubunda, Europa adı verilen gurubun Turania tipindendir. Brakisefal kafa yapısına sahip bir ırktır.
Aynı yerleşim bölgesini paylaşmış oldukları, dolikosefal kafa yapısına sahip, mongoloir grubundan olan Moğol'larla uzaktan yalandan bir alakası yoktur. Moğol ve Türk ırkı arasındaki fark ilmi olarak da ispat edildiği gibi çok büyüktür. Kültürel değerlerimiz ve anatomik yapılanmamız ayrıdır.
TÜRKLER ANDRANOVO insanı diye adlandırılan bir tipin temsilcisidirler. Andronovo insanı Rus bilginleri tarafından incelenmiştir.
Bu ırk dört bin yıl kadar önce Orta Asya'da yaşamakta idi. İşte Türkler'in menşei bu insanlardır. Yaşadıkları coğrafi bölge, bugünkü Çangarya'da yani Doğu Türkistan'ın kuzeyindedir. Çok yüksek bir kültüre sahip idiler. Madenleri kullanabilen edebiyatı, dili, medeniyeti çağının çok ötesinde bir millet. Bu proto Türk kültürüne ANAV'da, bugünkü TÜRKMENİSTAN'm başkenti AŞKABAT civarında rastlanmıştır. Kültür tabakasına en az altı bin yıllık bir tarih biçilmektedir. Bu tarihsel derinliği ile en eski insanlık kültürlerinden birini oluşturmaktadır.
MİLLİYETÇİLİĞİN KAVRAM OLARAK TANIMI :
MİLLİYETÇİLİK, esası milli ananeye, geleneğe, örfe ve adetlere uygun olmayan bütün hareketleri kurum ve kuruluşları reddederek her şeyi milli örfe uygun şekilde düzenlemeyi amaç edinmenin oluşturduğu siyasi 'ya da toplumsal düşünce sistemidir. Diğer bir deyişle, milletin maddi manevi niteliklerine yani maddi manevi değerler toplamına aykırı olan her şeyi reddetmek ve bu değerlere uygun bir şekilde toplumsal kurum ve kuruluşları nizam etmek.
Kitlelerin millet olma mücadelesinde ve milletleşme mücadelelerini tamamlamalarından sonraki evrede diğer milletlere üstünlük kurma savaşında ilke edindikleri prensipleri bayraklaştırma azmindedir.
Aşağıda açıklanacağı gibi Türkler'le doğmuş gelişmiş bir kavramdır. Ne yazık ki batılılar ve yerli iş birlikçileri tarafından Avrupa'nın bağandan çıkmış bir kavrammış gibi gösterilmektedir. Bu siyah (kara) propagandanın amacı, saptırılmış bilginin sebebi, Ülkümüzün dayanağını batı kaynaklı bu şekilde bizleri taklitçi, öz değerlerinden sapmış olarak göstermektedir.
MİLLİYETÇİLİĞİN TÜRK TARİHİNDE
DEVLETLEŞME İLE BAŞLANGICI
TÜRK TARİHİNDE, devletleşme açısından bir tarih aranıyorsa bu; M.Ö. 220'de Kun (HUN) İMPARATORU TEOMAN YABGU İLE başlayan noktadadır...
Bunun sebebi şudur; Teoman Yabgu'dan önceki döneme ait, Türk devleti ve Türk hükümdarları hakkındaki bilgilerimiz kırıntılar halindedir. Bu şu demektir; ilmi açıdan bu bilgiler yok gibidir. O sebepten bu tarih bizim için büyük önem arz eder. Bu tarih, ebedi Türk Hakanlığının, ebedi Türk devletinin başlangıcıdır. Şimdi ilk vatanımızda gerçekleşen bir olayı aktarmakla devam etmek istiyoruz.
TEOMAN YABGU, Büyük Hakan Mete'nin babasıdır. Bilindiği gibi M.S. 210'a doğru Çin şeddi tamamlanmıştır. Sebebi hikmeti şudur; Hun'lar Çin topraklarına baskıyı arttırıyorlardı. Bundan korunmak için mahalli Çin hanedanları, meskun sahaları ve askeri bölgeleri surlarla çeviriyorlardı. CHOU'lardan hükümdarlığı devralan CH'nin devleti (ŞENSİ'de)nin ünlü hükümdarı SHİHHUANGTI, kuzey taarruzlarına karşı korunabilmek için bir set oluşturmaya karar verdi. Bu insan emeğinin en büyük eserlerinden birini oluşturmak için gerekli malzemeyi önceden yapılmış iç surların yıkımı ile sağladı.
Büyük Türk Hakanı Mete PETENG KALESİNİ muasara altına aldı. Üç yüz bin küsürlük Çin ordusunu Turan taktiği ile tarumar eden Mete, bu başarısı ile Çin milletinin hafızasına unutamayacakları bir acı anı bırakıyordu. Şöyleki, Motun (Mete) dedikleri Hakan'a ve O'nun kahramanlarına sitem edercesine asırlardır türkülerinden 'PalTeng kalesindeki felakette yedi gün ekmek bulunamadı, askerler yay çekmedi" diyerek belki de kötü kaderlerine küsmektedirler.
Çin Seddi'nin Türk gücü karşısında aciz kalması bizim için şaşılacak bir olay değildi, zaten Çin'liler de 50 yıl sonra Türk'ü zoru başaran, imkansızı zorlayan bir millet olduğunu anlayacak bir şekilde de bu hezimetlerin onlar için şaşılacak bir şey olmadığını öğreneceklerdir.
Mete'nin zaferi sonucunda imza edilen antlaşma ile Türkler'e her yıl vergi vermek, kuzey eyaletlerini bırakmak şartı ile Çin İmparatoru serbest bırakıldı.
MİLLİYETÇİLİĞİN BATI KAYNAKLI
OLMASININ İMKANSIZLIĞI
MİLLİYETÇİLİK Fikri'nin Batı ve Türk kaynaklı olmak üzere iki çeşidi vardır, Batı kaynaklı milliyetçilik feodalizmin yıkılmasından sonra, oluşan burjuva sınıfının varlığını devam ettirebilmek için bayraklaştırdığı, nationalizm kelimesi ile ifade edilen bir fikir akımıdır. Bu yönü ile kapitalizmin emellerine hizmet eden bir fikir sistemidir. Feodalizmin yıkılışı ile dışarıya açılan yeni kapitalist sınıf milliyetçiliğe ihtiyaç duymuştu. Bu zorunluluk "sömürünün devamının milliyet fikrine işlenmesine dayanır" gerçeğinden kaynaklanıyordu, daha sonradan malum Fransız İhtilali ile gelişip yaygınlaşmaya başlayan milliyetçilik, felsefi beslenme kaynağını Alman FUCHTHE,(Fuhte)nin ALMAN ULUSU'NA NUTUKLAR adlı eserinde bulunuyordu.
BİZİM MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞIMIZ İSE AŞAĞIDA AÇIKLANACAĞI GİBİ ÇOK FARKLI BİR DURUM ARZETMEKTEDİR. BATILI MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI İLE ne tarihsel ne de ideolojik bir bağlantısı vardır olmamasına da şaşmamak gerekir.
Batılı milliyetçilik, faşizmin de doğmasına sebep olmuştur. Faşizm bilindiği gibi İtalyan ve Alman faşizmi olmak üzere ikiye ayrılır. Faşizm aslında öğretisi olmayan bir siyasal olgudur. Belli hedeflere erişmek için teşkilatlanmak olarak tarif edilebilir. Mussolini de bu gerçeği, öğretisi olmadığı gerçeğini, "faşizmin öğretisi, eylemdir" diyerek özetlemiştir.
İTALYA'DA FAŞİZM: 1915-1919 yıllan arasında savaşa katılmak isteyen İtalyanların oluşturdukları bir grup, bir birlik var idi. Bu birliğin adı "fasci di combattimeto" idi. Mussolini de bu birliklere üye idi. Bu organizasyon savaştan sonra tekrar kurulmuş ve bu sefer siyasi bir görünüm arz etmiş; iktidara yürümek için çabalamıştı. Kuruluş amacı ise komünizmle mücadele idi. Daha sonraları , bu insanlar Ulusal Faşist Partisini kurdular. Neticede yapılan mücadele sonucunda meşhur Roma Yürüyüşü yapıldı. Gözü korkan Kral 50 bin kişi ile baş edemeyeceğini anlayarak hükümet kurma görevini Mussolini'ye verdi. Bu şekilde faşizm İtalya'da resmen yerleşmiş, resmi ideoloji olmuş oluyordu. İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar devam etti. Devleti her şeyin üstünde tutan bir ideoloji idi. "Her şey devletten gelir, devlete gider." sloganı ile özetlenebilecek bir görüştür.
ALMAN FAŞİZMİ ise, ari bir Alman ırkına iman eder. Bu İtalyan faşizmi ile bu noktada gelişir. Milleti her şeyin üstüne koyar. Diğer milletleri ise köle olarak telakki eder. Bu şekli ile ırkçılık fikrini bayraklaştırır. Nasyonel sosyalizm diye de adlandırılır. Burada, nasyonel sosyalizmin, ulusçu toplumculuk olduğunu ve MİLLİYETÇİ TOPLUMCU diye dilimize çevrilmesinin yanlışlığının belirtilmesini söylemeliyim. Bildiğiniz gibi bizi faşistlikle suçlamak için MHP davasında savcı bu cahilliği göstermiş idi.
TÜRKLER'İN YAYILMACILIĞI
TÜRKLERİN yayılmacılık özelliği, zamanla dünyayı huzur ve barışa kavuşturmayı gaye edinen bir fatih felsefesi ve her yerde adil, eşitlikçi TÜRK TÖRESİNİ yürürlüğe koymak üzere bir cihan hakimiyeti ülküsü doğurmuştur.
Türklerin birçok kavmi hakimiyet altına almaları ve çok geniş sahalara yayılmaları da eski devirlerde diğer milletin dikatini çekmiş bu diğerleri tarafından Türkler'in elinde bulunan sihirli değnekle, izah edilmiştir. Hakimiyet ruhunun kültürle doğrudan ilgisi vardır. O açıdan kültüründe bir tarifini vermek gerekir.
Türk bozkır kültürünün geliştirildiği bölge yeni Andronova kültür sahası (Altay Dağları Syan Dağları'nın güneybatı düzlükleri) rakımı 500 m ile 5000 m arasında değişen bol otlarları ile besiciliğe çok elverişli, hatta kuru ziraate imkan verecek şekilde rutubetli yayla durumundadır. Kültürün üç temel dayanağı mevcuttur. Coğrafi çevre, insan unsuru, ve cemiyet
KÜLTÜRÜN TANIMI:
(E.B. TAYLOR) BİLGİYİ, İMANI, SANATI, AHLAKI, HUKUKU, ÖRF ADETİ ve insan toplumunun bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün yetenek ve alışkanlıkları içeren birleşik bir bütündür. ......
MEDENİYET ise milletler arası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama araçları bütünüdür. Kültür karakter bakımından özel, medeniyet ise geneldir. Medeniyet kültürden doğar ve medeniyet kültürlerin birleşimidir. Medeniyet ayrıca da yüksek kültür olarak adlandırılır.
MEDENİYET: Birbirlerinden çok farklı bir çok kültür değerinin biraraya gelmesi (uyumlu şekilde) doğurduğu bütündür. (SCHUBARK)
Yine Türk devletine dönecek olursak, devletimizin doğuş ve kuruluş şartlan konusunda bir çok ilim adamı ve filozof başlıca şu notada birleşmektedirler. Fatihçilik (savaşçılık, mücadelecilik) kanunculuk (teşkilatçılık, hukukçuluk), kuvvet (icralcilik)'tir. Bu şartların tam şekli ile çoban savaşçı kitlelerde karşılaşıldığı ve fakat yerleşik köy kitlelerinde rastlanıldığı ilmi gerçektir. Bundan dolayı olsa gerek, Avrupalı ve ABD'li bilim adamları , çoğu batı medeniyetinin başlangıçtaki sosyal ve hukuki durumunu açıklayabilmek için, eski Greklerin Germenlerin Asurların aslında hep göçebe olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bu tür iddiaların artık yerini Bozkır Kültürü Gerçeğine bırakmakta olduğu biliniyor.
BOZKIR CEMİYET YAPISI HAKKINDA
Oğuz: Aile, Urug, Aileler Birliği, Bod boykabile: Ok, İl: devlet, Leviratus: Türklerde Ölen Kardeşin , Karısını veya fakir üvey anneyi diğer kardeşin alması kuralıdır.
İSTİKLAL:OKSIZLIK olarak adlandırılır. Türkler'de istiklal düşüncesi duygusunun temelinde TÜRK ; KÜLTÜRÜ yatmaktadır: Bozkırın güç şartlarının sürekli mücadele gerektirmesi toprağa bağlı olanların alışık oldukları gibi esarete alışık olmamalarını sağlamıştır. Çünkü tehlikeli anlarda ve esaret durumlarında veya boyun eğmek zorunda kaldıklarında, dış baskılarda geçim vasıtası olan hayvanları sürerek hür diyarlara gidebilme gücüne ve imkanına sahiptirler. Bu yerleşik kültürlere nasip olmayan bir imkandı.
ASYA HUNLARINDA İSTİKLAL TUTKUSU şöyle ifade edilerek vurgulanır: TS'IEN HANSU (M.Ö. 50) HUN DEVLET MECLİSİNDE YANİ TOYUNDA ŞUNLARI TEKRAR EDEREK TARİHE GEÇMİŞTİR; "Cesarete karşı hayranlık duymak ve tabiiyeti yüz kızartıcı saymak bizim geleneğimizdir. Atalarımızdan toprakla birlikte devir aldığımız devletimizi, istiklalimizi feda edemeyiz; mücadele ederek savaşçılarımız varken devletimizi yani istiklalimizi korumalıyız. Yine, GÖKTÜRK devrinde fetret tarihinin ölüm olarak nitelendirilmesi TÜRK 'teki istiklal aşkının birer nişanesidir. ÜLKE eski dilde Uruş olarak adlandırılır. Yurt'un karşılığı ise Vatan'dır.
TÜRK toplumunda tabakalaşmaya rastlanamaz. Halk: kün ile adlandınlır. HERHANGİ bir toplum yüksek tabakalaşmanın sebebi şunlardır.
l. Geniş araziye sahip olmak.
2. Askerliği meslek edinmek,
3. Ruhban sınıfına sahip olmak
Bu üç şartın bozkır kültüründe gelişmiş olmadığı açıktır.
Bir taraftan TÜRKÇÜLÜK, ZİYA GÖKALP tarafından formüle edilmiş bir ideal olarak işlenirken diğer taraftan da bu işlerin organize edilmek lüzumu hissedilmiştir. 1908'de Türkiye'nin namlı Türkçülerinden Necip Asım ve Veled Çelebi ile Yusuf Akçuroğlu Türk Derneği adlı bir cemiyet kurmaya karar verdiler. Cemiyetin amacı şu idi: Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmiş haldeki maddi manevi unsurlarını yani dil, din, kültür, edebiyat , hukuk, töre ve ırk coğrafya gibi unsurların niteliklerini ortaya çıkarmak, dilini sadeleştirip güzelleştirmek, vs. 1911 yılında, Mehmet Emin Yurdakul önderliğinde TÜRK YURDU adı altında bir cemiyet daha kurulmuştur. Amacı, Türklerin zeka ve irfanca seviyelerinin yükseltilmesi idi. Türk Yurdu ve Türk Derneğinin Kapanmasından sonra Haziran sonu 191 TÜRK OCAĞI AÇILMIŞTIR. 1913 yılında ise, Türk Derneğinin kapatılmasından sonra aynı gaye ile Türk bilgi derneği kurulmuştur. İngilizlerce İstanbul'un işgali üzerine faaliyetlerine ara veren Türk Ocağı 23 HAZİRAN 1924'te bu kez merkezi Ankara'da olmak üzere yeniden kurulmuştur. 157 yerde şube açma başarısını göstermiştir.
1929 yılında Türk talebi birliği, öğrencilerin eğitimleri dışında, milli ruh ile yetiştirilmeleri, ulusal ilişkilere büyük önem ve ilgi gösterilmesi amacıyla kurulmuştur. Daha sonra Milliyetçi şuuru yönlendirmek için 1933 yılında Temmuz ayı içerisinde BİRLİK ADLI DERGİLERİ yayın hayatına başlamıştır.
1933 yılında yapılan kongre sırasında, birliğin armasına Kurt resmi ilavesi ayrıca üniversite öğrencilerinin kullanacağı armalarda da bu işaretlerin bulunması kararlaşmıştır. 1935'ten bu zamana kadar Milliyetçilik görüşünü savunanlar arasında Türk Yurdu, Tevhidi Efkar, küçük Mecmua, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua, Atsız Mecmua, Azerbaycan Yurt Bilgisi Mecmuası, Birlik ve Orhun sayılabilir. Ankara Gençlik Teşkilatı ile birlikte iki ayrı kuruluş olarak 1910 yılında kurulan kitap sevenler kurumu daha bir yılını doldurmadan faaliyetlerine son vermiştir. Yukarıda sıralanan kronolojik akış içerisinde 7 Eylül 1944 tarihinde gizli cemiyet kurma suçlarından 23 kişi yakalanmış ve yakın tarihimizde IRKÇILIK TURANCILIK adı ile geçen soruşturma başlamıştır. Bu davanın önemli şahsiyetleri. Nihal Atsız Hoca, Hikmet Tanyu, Namık Kemal Orkun, Zeki Velidi Doğan , İlhan Darendelioğlu, Necdet Sancar ve Alparslan Türkeş'tir, Türk milliyetçiliği fikrini yaymak, işletmek, Türk bilincine dayanan kültür birliğini oluşturmak, Türk kültürüne hizmet, Türk töre ve geleneklerini yerleştirmek amacı ile 1946 yılında Türk Kültür Ocağı kurulmuştur. Daha sonra ise,Türk Ocağı'ndan sonra Milliyetçiler Derneği açılmış ancak bu Dernekler 1952 yılında kapatılmıştır. Bu arada 1946 yılında kurulan TÜRK Gençlik teşkilatı Türk kültür çalışmaları demeklerini de saymak mümkündür.
1950 yılına kadarki dönem içinde yayınlar; Kopuz, Gökbörü, Bozkurt, Türk Yurdu, doğu, Millet, Tanrıdağı, Türkçülük, Kürşad, Altınışık, Milli Birlik, Özleyiş, Verim, Hareket, Düven, Serdengeçti, Kızıl Elma sayılabilir.
Daha sonraları, İstanbul, İzmir, Zonguldak'ta farklı tarihlerde ve ancak isimleri aynı olan komünizme karşı cephe oluşturarak kesin sonuç alabilmek için Komünizmle mücadele dernekleri kurulmuştur. Bu dernek 27 mayıs 1960'da faaliyetine kendiliğinden son vermiştir.
Bunun dışında Türk gençlik teşkilatı, Türk Kültür Ocağı Türk kültür çalışmaları derneği, Kayseri Türk Kültür Birliği, Genç Türkler Cemiyeti ve Türk Ocağı Birleşerek Milliyetçiler Federasyonunu oluşturmuşlardır.
10 yıl süre ile faaliyet gösteren ve amaç olarak da TÜRKÇÜLER arasında yardımlaşmak, paralelindeki kuruluşlara-yardım sağlamak bunun dışında ekonomik girişimlerde bulunmak amacıyla 1950 yılında Türkçüler yardımlaşma derneği, Türk milliyetçiler demeğinin kapatılmasından sonra ise!954 yılında çalışmalarına bıraktığı yerden devam amacıyla bu kez AYDINLAR OCAĞI OLARAK adını değiştirmiştir.
Düşünce ve görüşlerini yaymak amacı ile yeniden faaliyetlerine devam etmiştir.
Harp okullarından ilişkileri kesilen öğrencilerin haklarını korumak amacıyla 1965 yılında kurulan Eski Harbiyeliler yardımlaşma derneği sonradan Turancılık ülküsünü benimseyenlerin etkili olmaları sonucu kuruluş amacı dışında Türkçülük ve Turancılık faaliyetlerine girmiştir. Vatan ve milleti yüceltmek amacı ile 30.11.1967 tarihinde merkezi Ankara'da olan Hür düşünce kulüpleri federasyonu kurulmuş bu federasyona bağlı 57 ilde şube açılmıştır.
Merkezi Adana'da bulunan genç ülkücüler teşkilatı gençliği yetiştirmek milli birliği ruhla yetiştirmek, yıkıcı ve bölücü akımlarla mücadele etmek amacıyla kurulmuştur. Kendisine bağlı 3 ilde daha şube açmıştır. Türk milliyetçiliği fikrini yerleştirmek, bu bilinci geliştirmek amacıyla İstanbul ve Ankara'daki fakülte ve yüksek okullarda kurulan Ülkü Ocakları Derneği sonraları 1969 yılında üniversite bulunan tüm illeri içine alacak şekilde genişlemiştir. Lise ve dengi okullarda Özellikle tatillerde disiplinli yaşama alışabilmek maksadı ile kamplar kurarak buralarda fikren olduğu kadar, sportif yönden de eğilim amaçlanmakta idi. 25 Turancılık faaliyetlerini yürütenlerin eşleri tarafından 1967 yılında Milliyetçi Türk kadınlar derneğinin Türk kadını üzerinde etkin olma faaliyetleri başlamıştır. Milliyetçi Ülkücü demeklerin merkeziyet prensibine bağlı olarak Milliyetçi Hareket partisine bağlanmasında Alparslan Türkeş en etkin rolü üstlenmiştir.
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
BOZKURT58 |
|
|
|
|
|
 |
|
HAVA DURUMU |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 8 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı! |